Sadakalar (zekâtlar), kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir. Bunlar yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama imkânı bulamazlar. Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sa-nır. Ey Resulüm, sen onları simâlarından tanırsın! Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler. Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir. (Bakara Sûresi, 2/273)
***
Ebu Saidi’l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ensar (radıyallahu anhüm)’dan bazı kimseler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan bir şeyler talep ettiler. Aleyhissalâtu vesselâm da istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler, O yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, O isteklerini yine verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular:
“Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim istiğna gösterirse Allah da onu gani kılar. Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır.” (Buharî, Zekât 50)
Beklentisiz olmak
İnsan, kendisine tevdi edilen vazifeleri, sahip olduğu şuura göre yapar. Bununla birlikte, evvel ve ahir tavsiyem şudur: Dine, vatana, millete, devlete ve insanlığa hangi seviyede hizmet yaparsak yapalım, karşılığında hiçbir şey beklememeliyiz. İnsan, yaptığı hizmete karşılık olarak hayalinde birtakım beklentiler içine girerse, beklediklerini bulamayınca -hafizanallah- küsüp gidebilir. Ben duâlarımda sürekli “Ya Rabbi, beni arkadaşlarımla, arkadaşlarımı da benimle mahcup etme!” diyorum. Zira dünya genelinde belirli bir bakış ve kabulleniş var ve bizler onu korumak zorundayız. Evet, insan yapacağı murakabeler ile kendisinin manen “sıfır” olduğu sonucuna mutlak ulaşmalı, kendini buna inandırmalı ve büyük veya küçük yaptıklarına kat’iyen sahip çıkmamalıdır. “Bediüzzaman’ın bile kendisini bir ‘memerr’ (Bu, ‘bazı iyiliklerin uğrağı’ demektir.) olarak gördüğü yerde biz kim oluyoruz ki?” demelidir. Aksi takdirde hayalî düşünceler ve beklentiler içinde boğulup gidebiliriz. (Gurbet Ufukları/Muhasebe Kuşağı)
İbadetlerde Beklentisiz Olma
Ubûdiyet sırrını kavramış bir mü’min, bütün amellerini sadece Allah’ın hoşnutluğuna bağlar. Sadece Allah Teâlâ’nın rızasına giden kapıyı açmaya, koridoru kullanmaya çalışır. Cenâb-ı Hak, onun ruhuna da kendi gücünü kazandırırsa ve aynı zamanda onu kalbî hayat seviyesine çıkarırsa, bunu Rahman u Rahîm’in ayrı bir lütfu olarak görür. Böyle bir neticeyi hâsıl etse de etmese de, o Yüce Yaratıcı’ya tahsîs-i nazar ederek kullukta direnir. Hatta bazı harikulâdeliklere, hâlisâne bir tavırla, ehlullahın baktığı gibi bakar; “Değildir bu bana lâyık, bu bende; bana bu lütf ile ihsan nedendir! Ben istenmesi gerekli olan şeylerin en büyüğünü istemiştim. Ben seni istemiştim. Sen benim ol, başka hiçbir şeyim olmasa da olur. Çünkü ancak seni bulursam her şeyi bulmuş, fakirlikten kurtulmuş olurum” mülâhazasını seslendirir ve tam bir ubûdiyet şuuruyla yaşar.
Bu çetin yolda yalnızca beklentisiz olanlar takılıp yollarda kalmaz, diğerleri her zaman aldanabilirler. Beklentisiz insanın kalbi hep şu mülâhazalarla atar: “Ya Rabbi, sen bana meccânen sonsuz nimetler vermişsin! Ben her şeyi zaten peşinen almışım. Bana hayat nimetini vermişsin, beni insan olmakla şereflendirmişsin, İslâmiyet nuruyla gönlümü aydınlatmışsın, mârifet ve muhabbet koridorunda yürüme imkânı lütuf buyurmuşsun. Dine, vatan ve millete hizmet etme imkânları bahşetmişsin. Ben alacağımı zaten almışım ve beni bütün bu nimetlere karşı ubûdiyet gibi lezzetli, rahat ve hafif bir hizmetle mükellef kılmışsın. İşte şimdi bana düşen, senin o ihsanlarını iyi değerlendirmek suretiyle hoşnutluğunu kazanmak. Gücümün yettiğince sana kul olmak, sonra da senin rahmet ve keremine iltica etmek.” ….. (Kırık Testi-1/İbadet Hayatımız)1
Üstad Hazretlerinin İstiğnası
“Bana bir hediye gönderdin. Gayet ehemmiyetli bir kaidemi bozmak istersin. Ben demiyorum ki: “Kardeşim ve biraderzadem olan Abdülmecid ve Abdurrahmân’dan kabul etmediğim gibi senden de kabul etmem.” Çünkü sen onlardan daha ileri ve ruhuma daha yakın olduğundan, herkesin hediyesi reddedilse, seninki bir defaya mahsus olmak üzere reddedilmez. Fakat bu münasebetle o kaidemin sırrını söyleyeceğim, şöyle ki:
Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense, ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği hâlde, kaidesini bozmadı. Eski Said’in senin bu bîçâre kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise, tezehhüd ve sun’î bir istiğnâ değil, belki dört-beş ciddî esbaba istinad eder.
Birincisi: Ehl-i dalâlet; ehl-i ilmi, ilmi vâsıta-yı cer etmekle itham ediyorlar. “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maîşet yapıyorlar.” deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.
İkincisi: Neşr-i hak için enbiyâya ittibâ etmekle mükellefiz. Kur’ân-ı Hakîm’de, hakkı neşredenler diyerek, insanlardan istiğnâ göstermişler. Sûre-i Yâsîn’de: “Sizden hiçbir ücret talep etmeyenlere bu insanlara uyun” cümlesi, meselemiz hakkında çok mânidardır…
Üçüncüsü: Birinci Söz’de beyan edildiği gibi; Allah nâmına vermek, Allah nâmına almak lâzımdır. Hâlbuki ekseriya ya veren gafildir; kendi nâmına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün’im-i Hakikî’ye ait şükrü, senâyı, zâhirî esbaba verir, hata eder.
Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şey ile değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâl’e yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. O’nun keremine istinâden, bakiyye-i ömrümü de o kaide ile geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.
Beşincisi: Bir-iki senedir çok emâreler ve tecrübelerle kat’î kanaatim oldu ki; halkların malını, husûsan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya me’zun değilim. Bazıları bana dokunuyor.. belki dokunduruluyor, yedirilmiyor.. bazen bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamaya mânen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir.
Hem bende bir tevahhuş var; herkesi, her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp, istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor.. o da hoşuma gitmiyor.
Hem tasannû ve temelluktan beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.
Altıncısı: Ve istiğnâ sebebinin en mühimmi; mezhebimizce en mûteber olan İbni Hacer diyor ki:
“Salâhat niyetiyle sana verilen bir şeyi, sâlih olmazsan kabul etmek haramdır.”
İşte, şu zamanın insanları hırs ve tamâ yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir bîçâreyi, sâlih veya veli tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar.
Eğer –hâşâ– ben kendimi sâlih bilsem; o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek câiz değildir. Hem âhirete müteveccih âmâle mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.” (Mektubat/İkinci Mektup)
O Var!..
Bazen aklıma geliyor ki, bir yolunu bulsak ve nâm u nişanlarımızı da gömsek hafâ türabının bağrına. Arşivlere girmese, kayıt altına alınmasa, hiç kimse ulaşamasa ve unutulsa adlarımız. Hatta hakkımızda bir “Fatiha” okunmasına vesile olacak kadar bir hatırlanma mülahazası bile olmasa içimizde; “Bilen biliyor” deyip O’na havale ederek o konuda dahi beklentisiz olsak. Hafızalarda sadece şahs-ı manevî kalsa; ortada yalnızca “hizmet eden meçhul kahramanlar” bulunsa. Böylece, O varken hiç kimse varlık iddia etmiş olmasa. Gönüller O’na yönelse, diller –Necip Fazıl gibi– “O var” dese:(Ümit Burcu/Meçhul Kahramanlar)
Bekir Berk ve İstiğna
60 öncesi rahmetli Bekir Berk Bey’in yazıhanesine gittim. Badem ezmesi mi neydi götürmüştüm. (Hocaefendi burada ağlıyor) Yüzüme baktı. Ben kabul ederler diye beklerken “kardeşim biz hediye kabul etmiyoruz” dedi. Ve yine ben biliyorum ki çok defa cüzdanını açtığı zaman içinde ancak 25 kuruş vardı. Bu istiğna vardı. El sürmeme vardı. O kahraman öyle öldü. Bazen para bulamadığı zaman kalas yüklü bir kamyonda o kalasların üstüne binerek bir yerden bir yere davaya yetişmeye baktı. O saff-ı evveldekilerin safveti idi ki hendesî genişlemeler oldu. Geometrik genişleme diyebilirsiniz, genişlemeler oldu Allah’ın izni ve inayetiyle. (Bamteli, İstiğna ve Maddi Beklentiler Üzerine)
ÖZET:
- Her kim istiğna gösterirse Allah da onu gani kılar.
- Hizmet insanı, hayalen dahi beklentiye girmemelidir.
- İbadetler sırf Allah rızası için yapılmalıdır. Başka beklentilere girilmemelidir.
- Üstad hazretlerinin istiğna düsturu bizim için de son derece önemlidir.
Ayrıntılı Bilgi İçin Bakılabilecek Yerler:
Bamtelleri: Beklentisiz Olmak 2003-12-27; Beklentisiz Olma ve Çirkin Hâtıralar 2004-11-15; Üstad’ın Bir Muhasebesi ve Beklentisiz Olma Dersi 2006-05-01; Adanmış Ruhlar ve Ücret Farkları 2008-07-07; Şeffaf Hareket ve Anlatmaktan Bıkmamak 14.05.2007; His Felcinin Sebepleri
20.08.2007; O’na El Aç, Kullarına Değil! 05.11.2007; Kaç Kişinin Kâtilisin!.
19.01.2009; Fütüvvet Ruhu ve Yiğitliğin Esasları 27.04.2009
Vuslat Muştusu / En güzele Giden Yol; Rehin Bırakılan Zırh; İstikbal Endişesi
İkindi Yağmurları/Hür Yaşadım, Hür yaşarım; Hasbî Ruhlar ve Maaş
Ölümsüzlük İksir/ Okula Adımı Verin, Cenazeme Kalabalık Gelin!..; Hesabını Verebilecek misin?
Sözler/Konferans s. 828
Ümit Burcu/Kurbet Yolları ve Rıza
Anahtar Kelimeler:
Beklenti, İstiğna, dünya menfaati, kanaat